23 Ekim 2013 Çarşamba

VÜCUTTAKİ FAZLA YAĞLARDAN ELDE EDİLEN KOKTEYLLER İLE GÜZELLİK SIRLARI



Kadınların başının derdi fazla kilolar tıpta yaşanan gelişmeler sayesinde artık gençleşme umudu oluyor. Yağdan elde edilen hücre kokteyli cilt gençleştirmeden meme yapımına kadar birçok alanda başarıyla uygulanıyor.

Gelişen teknolojik olanaklar sayesinde bir zamanlar hastaların kurtulmak istedikleri yağlar artık içindeki hücreler sayesinde şifa kaynağı oluyor. Onarım amacı ile kullanılan hücre kokteyli ile zenginleştirilen yağ, artık yüz ve el gibi yaşa bağlı hacim kaybı yaşanan ve cilt kalitesi bozulan bölgelerin gençleştirilebilmesi için yeni bir kapı aralıyor. Estetik amacıyla alınan fazla yağlar da gençleşme için önemli bir kaynak haline geliyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Halil İbrahim Canter, yağ dokusundan elde edilen hücre kokteylinin faydaları ve kullanım alanları hakkında bilgi veriyor.

En zengin kök hücre kaynaklarından biri yağ dokusu

Son birkaç yıl içerisinde kök hücreler ile ilgili yapılan yeni çalışmalar çarpıcı bazı gelişmeleri de gözler önüne seriyor. Kök hücreler kendi kendini yenileyebilme kapasitesine sahip. Dolayısıyla da bu hücreler, vücutta kayba uğrayan dokuların yenilenmesini sağlıyor. Kök hücre farklı kaynaklardan elde edilebiliyor olsa da erişkin insanda bilinen en zengin kök hücre kaynaklarından birisi, yağ dokusudur.

Yağ hücrelerinden hücre kokteyli elde ediliyor

Yağ dokusu, içerisinde yağ hücrelerinin yanı sıra rejenerasyon potansiyeli olan kök hücreleri, yeni damar oluşumunu hızlandıran hücreleri (perisitleri), tüm bu hücrelerin tutunmasını sağlayacak bağ dokusu elemanlarını ve bağ dokusunu üreten hücreleri bulunduruyor. Hastadan alınan yağ dokusu içerisindeki yağ hücreleri laboratuvar koşullarında diğer hücrelerden ayrıldığında geride kalan diğer tüm hücreler ve bağ dokusu elemanları, vücudun iyileşme kapasitesini arttıran bir kokteyl halini alıyor.

Vücuda uyum sağlayan yağ diğer dolgu maddelerinden çok daha etkili

Dolgu amacı ile kullanılan yağ, konulduğu ortama adapte olup hastanın kilo değişikliklerine ve yaşlanma ile gelen değişikliklere uyum gösteriyor. Bu bakımdan yağın diğer kalıcı dolgu maddelerine göre üstünlüğü bulunuyor. Dolgu amacı ile uygulanacak yağın yine yağ dokusunda elde edilen hücre kokteyli ile karıştırılması sonrası konulduğu ortamda daha yüksek oranda tutunduğu ve yaşamını devam ettirdiği görülüyor.

Yağdan elde edilen hücre kokteyli cilt kalitesini artırıyor

Hücre kokteyli ile zenginleştirilmiş yağın sadece dolgu etkisi bulunmuyor. Aynı zamanda uygulandığı alanda rejenerasyonu arttırarak dolgu etkisinin ötesinde beklenenden daha olumlu etki yaratıyor. Hücre kokteyli ile zenginleştirilmiş yağ, uygulanan alanın üzerindeki ciltte kalite olarak artış, kırışıklıklarda azalma gözlemleniyor.

Kokteyl vücutta yağ fazlalığının olduğu bölgelerden elde ediliyor 

Öncelikle kişiden alınabildiği ölçüde çok yağ alınıyor. Elde edilen yağın yaklaşık 300-400 ml kadarı laboratuvara gönderilerek işleme tabi tutulup hücre kokteyli elde ediliyor. Hazırlanan bu hücre kokteyli daha sonra dolgu amacı ile kullanılacak yağa eklenerek bu yağın içerisindeki rejeneratif hücrelerin miktarı oransal olarak arttırılıyor. Bu hücreler ile zenginleştirilen yağ kullanıldığında hem uygulanan yağın önemli bir kısmının uygulandığı alanda yaşama şansı arttırılıyor hem de yağın uygulandığı bölgede doku iyileşmesi hızlanarak yağın uygulandığı bölgede hızlı iyileşme sağlanıyor. Kişiden alınacak yağlar için hastanın mevcut durumuna bakılarak karar veriliyor. Hangi bölgesinde fazlalık yağ var ise öncelikle olarak o bölgeden yağ alınıyor.

HÜCRE KOKTEYLİNİN SAĞLADIĞI 4 MUCİZE

* Meme yapımında protezin yerini alabilir

Memesi alınan hastaların meme yapımı için yağ enjekte edilecek durumlarda hücre kokteyli ile zenginleştirilmiş yağ kullanılmaya başlandı. Henüz gelişme aşamasında olsa da tekrarlayan seanslarda uygulanacak yağ dolgusu ile oluşturulacak memenin, silikon meme protezlerine alternatif bir tedavi şekli olacağı düşünülüyor.

* Cilt gençleştirmede etkili

Yaşlanmaya bağlı yüzde hacim kaybı olan hastalara hücre kokteyli ile zenginleştirilmiş yağ uygulandığında erken dönemde hacim etkisi ile hızlı bir düzelme gözlemleniyor. Ancak asıl fayda işlem sonrası üzerinden zaman geçtiğinde hücre kokteyli içerisindeki kök hücrelerin rejeneratif etkisine bağlı gelişiyor. Ciltte gençleşme, kırışıklıklarda azalma, cilt kalitesinde olumlu yönde değişiklikler (pigmentasyonlarda ve yara izlerinde azalma) gözlemleniyor.

* Yaşlanmanın izlerini ellerden siliyor

Yaşlanmanın bulgularından önemli bir kısmı da ellerdeki cilt değişikliği. Özellikle ellerin üzerindeki cilt inceliyor, içerdiği yağ miktarı azalıyor, kırışıklıklar gelişiyor ve pigmentasyon artışı (renk değişiklikleri) gözlemleniyor. Elin üzerindeki cilt altına çok sayıda noktadan azar azar yağ enjeksiyonları yapılarak azalan hacim kaybı yerine konurken yağın içerisindeki rejeneratif hücreler sayesindeki yaşlanan cildin kalitesinde artış, kırışıklıklarda azalma ve koyu renk değişiklerinde azalma sağlanabiliyor.

* Yara tedavilerinde başarılı sonuçlar elde ediliyor

Artık yağ dokusundan elde edilen, içerisinde yüksek oranda kök hücrelerin de olduğu bilinen hücre kokteyli kullanılarak, kapatılması çok zor olan açık yaraların tedavisi başarı ile gerçekleştiriliyor. Şeker hastalarının kapanmayan yaralarında, dolaşım sorunu olan bölgelerdeki yaraların kapatılmasında, hatta radyoterapi tedavisi sırasında nadiren de olsa hastaların cildinde oluşan yaraların tedavilerinde yağ dokusundan elde edilen hücre kokteyli ile başarılı sonuçlar elde ediliyor.




kaynak: www.acibadem.com.tr



7 Temmuz 2013 Pazar

ÖRGÜLÜ TOPUZ DENEMEK İSTER MİSİNİZ?




Eğer saçını toplu kullanmayı sevenlerdenseniz AnnaSophia Robb`un örgülü modelinden ilham alabilirsiniz

Örgülü topuzlar Hollywood`un bu sıralar en sevilen trendlerinden biri ve genç oyuncu AnnaSophia Robb da bu saç modelini kullananlardan. The Way, Way Backfilminin Los Angeles galasına katılan Robb, örgülü saçlarını Heidi misali toplayarak poz verdi. Saç modelinin güzel görünümünü kadar, sıcak yaz ayları için de harika bir seçenek olduğu gerçek. Robb`un saç stilisti John D. ilk olarak saçlar nemliyken volüm veren losyon kullanarak saça şekil vermeye başlamış. Saçlar kuruduktan sonra saçları yandan ayırarak bir tarafını sağ kulağa, diğer tarafını ise sol kulağa doğru balıksırtı modeliyle örmüş. John D, saçın arkada kalan kısımlarını da örgüye ekleyip, saçı enseye doğru örmeye devam etmiş. Saçın sağlam durması için firketelerden yardım almış ve saç spreyi ile sabitlemiş.


Kaynak: www.instyle.com.tr

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Sıkı Bir Vücuda Kavuşmak İsterken Kaslarınızı Kaybetmeyin




Tartı kilo kaybettiğinizi göstermesine rağmen halen 1 beden daralma olmamışsa, aksine vücudunuzda sarkma veya genişleme varsa, dikkatli olun! Bu durum kaliteli bir şekilde kilo vermediğiniz anlamına geliyor. Kaliteli kilo kaybı; az kilo kaybetmekle bile daha çok sıkılaşmak ve beden daralması demek. Zayıflamış ve ideal kilo ile yağ aralığına gelmiş kişinin kas durumunun da yeterli seviyede korunması veya artması durumu olarak nitelendiriliyor. Acıbadem Ataşehir Cerrahi Tıp Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Oya Yüksek, özellikle ideal kiloya yakın olan kadınların sadece estetik amaçla zayıflama diyetleri uygularken çok dikkatli olmaları gerektiğini belirterek, "Her vücudun alması gereken belli bir kalori değeri, karbonhidrat-protein-yağ dengesi, vitamin ve mineral dengesi var. Bunlar yeterli alınmadığında çeşitli sağlık sorunlarının yanı sıra kas kayıpları oluşuyor. Kas kayıpları da vücutta ciddi sarkmalara neden oluyor. Dolayısıyla sıkı bir vücut ve çökmemiş bir yüz için diyet yaparken kas oranlarının mutlaka korunması şart"diyor.

 “36 bedene düşeyim” derken vücudunuz sarkmasın

Her vücut belli bir yağ, kas ve su oranına sahip. Ayrıca her vücudun belli bir kilo verebilme kapasitesi var. Eğer ideal kiloya yakınsanız, sadece estetik amaçlı diyet yaparken çok dikkatli olun! Çünkü "Fazla kilo vereyim", veya "34-36 bedene gireyim" düşüncesiyle yaptığınız düşük kalorili veya gelişigüzel diyetler kaslarınızda fazla kayba yol açabiliyor. Bunun nedeni ideal kiloya yakın bünyelerin ve ideal oranda kas ağırlığı olanların yağ oranlarının düşük olması. Israrla fazla kilo vermek istediğinizde yağ oranlarınız çok olmadığı için doğal olarak kaslardan ve vücudunuzdaki sudan kaybedersiniz. Kas kayıpları da; gevşek bir deri veya sarkmış bir vücut, zaman içinde tekrar alınan kilolar, yıpranmış organlar, değişmiş kan değerleri (yüksek kolesterol, düşük şeker gibi.) ve vücutta ağrıların oluşması gibi tablolar oluşturabiliyor ve birçok hastalığa davetiye çıkarabiliyor.

 Dikkat, bu diyetler kas kaybına neden oluyor!

· Metabolizmanın çalışabilmesi ve vücudun günlük fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için enerjiye ihtiyacı var. Ancak zayıflamak için kalori çok düşürüldüğünde enerji ihtiyacı karaciğerdeki ve kaslardaki şekerden sağlanıyor. Bu da uzun sürede kas kaybına yol açıyor.
· Aynı zamanda düşük karbonhidrat ile çok protein içeren diyetler de kas kaybıyla sonuçlanıyor. Bunun nedeni ise vücut enerjisiz kaldığı için kastaki depo şekeri kullanması.
· Yüksek karbonhidrat ile az protein de yine kas kaybına yol açan diyet türünü oluşturuyor. Çünkü kaslar protein yapısında oldukları için yeterli proteini sağlamak gerekiyor.

KASLARINIZI KORUMANIN 8 PÜF NOKTASI


Beslenme ve Diyet Uzmanı Oya Yüksek, diyet yaparken kasları korumanın püf noktalarını şöyle sıralıyor:

1. Kilonuz belli bir yerde sabitlenmiş ise zorlamayın: Her vücudun bir kilo eşiği var. Dolayısıyla ideal kilonuza yakınlaşmışsanız ve zayıflamanız durmuşsa diyetle zorlamayın. Kilonuz sağlıklı diyet uyguladığınız takdirde tekrar inmeye devam edecektir.

2. Proteinden vazgeçmeyin: Ne kadar sağlıklı protein alırsanız, o kadar sağlıklı kaslara sahip olursunuz. Ayrıca kaliteli kilo kaybedersiniz. Her gün mutlaka bir öğün et grubu tüketin.

3. Bitkisel proteinleri ihmal etmeyin: Kuru fasulye, nohut ve mercimek gibi bitkisel proteinlere diyetinizde haftada 2-3 kez mutlaka yer verin.

4. Ekmeksiz öğün geçirmeyin: Tam buğday, tam tahıllı veya çavdar türü ekmek tüketin. Ekmek yerine arada bulgur pilavı, kepekli makarna veya yağsız çorba yiyebilirsiniz. Ancak unutmayın ki bunlar birbirinin yerine geçseler de kan şekerlerimizi dengeleme oranları aynı değil. Dolayısıyla zayıflamaya eşit oranda yardımcı olmuyorlar.

5. Çok düşük enerjili (kalorili) diyetler yapmayın: Aralarda 1-2 gün yapılabilirsiniz ama bu süreyi uzatmamaya özen gösterin.

6. Tek tip ve monoton beslenmeyin: Aralarda değişiklikler yapın. Kahvaltı öğünlerinin içeriğini haftada birkaç kez değiştirmeniz bile kilo kaybını kolaylaştırır. Örneğin kahvaltıya yumurta eklemek, ertesi gün tost yemek, arada yulaf ezmesi eklemek gibi...

7. Kalori değerlerini sürekli değiştirin: 1 hafta boyunca aldığınız kalori değerlerini sürekli değiştirerek metabolizmanızı şaşırtın. Örneğin bir gün 1500 kaloriyle beslendiniz, 1-2 gün bunu 1200’e düşürün, sonra araya sütlü tatlı veya sevdiğiniz bir yemeyi ekleyerek kaloriyi hafif yükseltin.

8. Sindirim probleminiz varsa mutlaka çözün: Çünkü kabızlık karın şişkinliği, gaz problemleri ve ödem sorunlarını yaratıyor. Bu da ne kadar diyet yapılırsa yapılsın kilo kaybını zorlaştırıyor.

Düşük kalorili diyetler hangi sorunlara yol açıyor?
· Bağışıklık sisteminin bozulması,
· Hastalıklara sık yakalanma,
· Depresyon,
· Beyin fonksiyonlarında bozulma,
· Demir eksikliği,
· Osteoporoz,
· Bozulmuş kan şekerleri ve insülinleri,
· Düşük tansiyon,
· Sağlıksız cilt, saç, tırnak,
· Genel olarak sağlıksız bir görünüm,
· Adet düzeninin bozulması,
· Tiroit hormonlarının aktifliğini yitirmesi,
· Yüksek kolesterol,
· Böbrek ve karaciğerdeki yüklerin artması. 



Kaynak: www.acibadem.com.tr

4 Temmuz 2013 Perşembe

Göğüs Büyütmek İçin Bitkisel Bir Yöntem : Çörek Otu Yağı ;))



Doğal yöntemlerle yüz dolgunlaştırma serüvenimde Aktarın tavsiyesi doğrultusunda tanıştım çörek otu yağı ile. Aktar, her akşam yüzüme sürüp 2 saat beklettikten sonra yıkamamı önermişti..Kullanmadan önce her zaman ki gibi kullanan var mı, işe yarıyor mu araştırması yaparken bir de ne göreyim! Daha önce gözümden kaçan bu çörek otu yağının ne harika faydaları varmış :) Mesela göğüs büyütmek. Bir çok yazıda çörek otu yağının süt bezlerini geliştirdiği için göğüsleri dolgunlaştırdığı ileri sürülüyor. İlk kullanımda farkı hissedenler, göğüslerinin bir ayda 2-3 cm büyüdüğünü iddia eden arkadaşlarımız bile var.. (Paylaşımları için arkadaşlarımıza çok teşekkürler :)

Merak ettim ve yüzüm ile birlikte göğüs çevresine de (uç kısımlara temas etmeden) hafifçe masaj yaparak sürdüm. Sonuç, yüzü pürüzsüzleştiriyor, yağlanma yok ve evet sanki göğüslerde de değişiklik var gibi (belki de psikolojik :) Yüz için bir süre daha kullanmayı planlıyorum, bakalım..

Not: Alerji yapabilir, doktora danışmadan denemeyin.






17 Şubat 2013 Pazar

Akne Hakkında doğru Bildiğimiz 20 Yanlış




Toplumda daha çok ‘sivilce’ olarak adlandırılan “Akne vulgaris” hastalığı, cilt sorunlarının en sık görülenleri arasında yer alıyor. Yapılan araştırmalara göre her 100 kişiden 85’i yaşamında bu sorunla 3-5 kez karşılaşabiliyor. International Hospital Deri Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayşe Ferzan Aytuğ, aknenin ciltteki yağ bezlerinin ve kil yapısının iltihaplanması olduğunu, fazla sebum üretimi ile gözeneklerin kapanması ve bir bakterinin (p.acnes) mevcut ortam bulması nedeniyle sorunun ortaya çıktığını belirtiyor.

Akne yaygın bir sorun olduğu için bu konuda birçok yanlış bilginin ortada dolaştığına değinen Dr. Ayşe Ferzan Aytuğ, akne konusunda yanlış bilinen 20 nokta hakkında bilgiler veriyor:
 
1- AKNE KALITSAL DEĞİLDİR: Akne çoğunlukla genetik bir hastalıktır. Ayrıca genetiğin etkisiyle oluşmayanları da vardır. 
 
2- AKNEYİ SIKARSAN KURTULURSUN: Aksine akne sıkılmamalıdır. Çünkü sıkılırsa aknenin içinde bulunan enfeksiyonu ve inflamasyonu da dağıtmış oluyorsunuz, bunun sonucunda hem yüzde iz oluşuyor, hem daha da büyüyor.
 
3- AKNENİN NEDENİ TEKTİR: Kişinin cildinde akne oluşmasında birçok faktör etkilidir. Bunlar arasında hormonlar, genetik nedenler, yağ bezlerindeki hücresel bozukluklar, bakteri çoğalmaları etkili oluyor.
 
4- AKNELİ CİLT SIK SIK YIKANMALIDIR: Herşeyin fazlası nasıl zararlıysa burada da aynı prensip geçerlidir. Yüzü çıplak elle, yıpratıcı, tahriş edici maddeler kullanmadan, sabah ve akşam iki defa olmak üzere yıkamak yeterlidir. Yüzü sürekli yıkamak, silmek, asit oranı yüksek ürün kullanmak sivilceleri daha da kötüleştirmekten başka birşeye yaramaz.
 
5- BİR ERGENLİK DÖNEMİ SORUNUDUR: Akne ergenlik döneminde başlar ama ömür boyu da sürebilir, bu nedenle ergenlikte başlayan ama her yaşta da görülebilen bir sorundur. Bu yüzden ergenlik döneminde sık yapılan bir hatayla bekle-gör politikasını izlemek yanlıştır. Sivilcelerin kendi kendine geçmesini beklemek yerine bir uzmandan yardım alınmalıdır. Sivilceler çıkar çıkmaz, sorun büyümeden önlem almak en doğru yaklaşım olacaktır. Çünkü bu sayede iz riski de azaltılmış olur.
 
6- STRESTEN OLUR: Günümüzde stres birçok hastalığın dolaylı faktörü oluyor. Stres akneyi alevlendirebilir. Aknenin varlığı da stresi artırabilir. Ayrıca kişinin kullanmış olduğu antidepresan ilaçlar da akneyi artırabiliyor veya akneye yol açabiliyor.
 
7- SADECE KOZMETİK BİR SORUNDUR: Sadece kozmetik bir sorundur diyemeyiz. Çünkü özgüven ve morali de olumsuz etkiliyor. Kişinin depresyona bile girmesine neden olabiliyor. Fiziksel ve ruhsal izler bırakabiliyor. Kozmetik bir sorundur deyip geçiştirilmemelidir.
 
8-SADECE SİVİLCE ÜZERİNE İLAÇ UYGULANMALIDIR: Akne tedavisi çok çeşitli ve kişiye özgü olmak zorundadır. Bu nedenle iyi araştırılıp tedavi edilmelidir. Sadece sivilce üzerine ilaç sürmek etkili değildir. Göz, dudak ve burun kenarı hariç tüm yüze uygulanmalıdır. Noktasal uygulama yapılması yanlıştır.
 
9- BAZI YİYECEKLER AKNEYE YOL AÇAR: Hiçbir gıdanın bu konudaki etkisi tam olarak kanıtlanmış değildir. Bazı araştırmalar fazla süt ve süt ürünü akne yapabilir diyorsa da, net değildir. Ama kişi bir yiyeceği çok tükettiğinde ardından sivilcelerinin arttığını farkediyorsa daha az yemeyi deneyebilir.
 
10- MAKYAJ SİVİLCE YAPAR: Yağsız, hipoalerjenik tıbbi kozmetik ürünlerin kullanılması daha doğrudur. Çünkü bazılarının içinde küçük dozda da olsa sivilce ilaçları vardır. Televizyon ya da sahne makyajı denilen ağır makyajlardan uygulamak akne yapabilir. Onun dışında her makyaj yapanda akne oluşacak diye kesin bir kural yoktur.
 
11- ÇOK TERLEYİNCE AKNE ÇIKAR: Burada da aynı şey sözkonusudur, her çok terleyen kişide akne çıkmaz. Ancak çok fazla spor yapılınca, sıcaklık ve terlemenin etkisiyle ciltte yağlanma artabilir. Bazı kişilerde bu yağlanma akneye yol açabilir. Bu nedenle spor yaparken yüzde 100 pamuklu geniş giysiler tercih edilmeli, terli kalmadan hemen duş alınmalıdır. Terleme ve akneye meyilli kişiler yüzme sporunu tercih etmelidir. Hamam, sauna, buhar odasi kullanımı sivilceyi artırabiliyor.
 
12- GÜNEŞ SİVİLCEYE İYİ GELİR: İlk asamada yağlanmayı kisa süreli olarak baskılayabiliyor. Ancak uzun süreli güneşle temas cildin soyulmasına, ölü hücrelerin gözenekleri kapatmasına ve sivilcenin tetiklenmesine yol açıyor. Lekelenme, deri kanseri ve iz riski de artıyor.
 
13- SİGARA SİVİLCE YAPAR: Ciltteki bazı hücrelere zarar verir, erken yaşlanmaya yol açabilir, ancak akneye neden olduğuyla ilgili kesin bir bilimsel veri yoktur.
 
14- YOĞUN TEMİZLEYİCİLER AKNE SEBEBİDİR: Cilde kese uygulanması, yoğun soyucu etkisi olan temizleyicilerden fazla oranda kullanmak, ciltte akneye neden olur.
 
15- HER SİVİLCE AKNEDİR: Ciltte akneye benzeyen bazı oluşumlar olabilir. Kıl kökü sivilcesi, kıl batıkları, kıl kökleri belirginleşmesi, kızarıklıklar ve ağız çevresindeki sivilcelenmeler  (akne rosacea)  farklı şekilde tedavi edilmelidir.
 
16- SPORCU DESTEKLERİ AKNE YAPAR MI?: Spor yaparken kapasiteyi artırmak amacıyla kullanılan ve dışarıdan alınan destekler, çoğunlukla protein ve amino asit içeriyor. Eğer bunların içinde hormonlar varsa akne yapabiliyor.
 
17- SOLARYUM AKNEYİ YOK EDER: Solaryuma girmek sivilceyi tedavi etmez, tam tersine sivilcelenmeyi tetikleyip, lekelenmelere, izlere ve kansere neden olabilir.
 
18- AKNEDEN İSTEDİĞİM ZAMAN KURTULURUM: Bu doğru değil, tedaviye erken başlamak izlerin daha az olmasını sağlıyor. Uzun zaman geçince tedaviye direnç gelişiyor. Geç tedavi nedeniyle iz gelişimi kaçınılmaz oluyor.
 
19- A VİTAMİNİ İÇEREN İLAÇLAR ZARARLIDIR: Şiddetli sivilce sorunu yaşayan, cildi yağlı kişilere yaklaşık 30 yıldır izotretionin içerikli (A vitamini türevi) bir ilaç veriyoruz. Bu ilaç kullanımı aknenin en başarılı tedavi şeklidir. Tedaviye geç başlanması geri döndürülemez izlere neden oluyor. Bazı kişiler kulaktan dolma bazı bilgilerle bu ilaçtan rahatsız oluyor, korkuyor. Oysa korkmamak gerekiyor. Bu ilacı kullanan kişiyi takip etmek gerekiyor, çünkü gecici olarak karaciğer enzimlerini, kolesterol seviyesini artırabiliyor. Yaklaşık altı ay boyunca bu ilaçla tedaviye devam edilirse, yüzde 100’e yakın başarı sağlanıyor. Kuruluk en cok gorulen yan etkisidir. Cildi inceltiyor. Laser ve ağdadan bu ilacı kullanırken uzak durmakta yarar var. Kışın kullanılmasında yarar vardır, çünkü ışık hassasiyeti yaratır. Bu dönemde hamile kalınmaması gerekiyor. Kalıcı karaciğer hasarı yapmadığı gibi, depresyona da neden olmuyor.
 
20- SİVİLCEDEN KURTULMADA PEELİNG İŞE YARAMAZ: Aknenin ne zamandan beri sürdüğüne, görülen tedavilere, cilt yapısına bakılarak kişiye en uygun tedavi seçeneği belirlenir. Peeling tarzı cildin soyulması prensibine dayalı tedavilerde, yaglanmayi azaltmak, ciltteki renk farkını gidermek, çukurları, izleri yok etmek, gözenekleri azaltmak hedefleniyor. Süresi hekim tarafından ayarlanarak, uygun hastalarda tedaviye yardımcı olarak uygulanabilir.

Lahana Kürü: İbrahim Saraçoğlunun tarifi ile selülitlere veda




Yaz geldiğinde plajlarda gönül rahatlığıyla salınmak için selülitlerle savaşa tam da mevsimi olan lahana ile başlayalım ;)

* 3-4 adet beyaz lahana yaprağı, kaynamakta olan yarım Litre suya atılır ve hafif ateşte ağzı kapalı olarak 15 Dakika pişirilir.
* Aç veya tok karnına Sabah bir Su bardağı ve akşam bir su bardağı olmak üzere için. Bu işleme toplam 3 Gün devam edin.
* Bu kürü 3 gün uyguladıktan sonra 3 gün ara verin ve tekrar 3 gün uygulayın. Bu şekilde toplam 21 gün içerek kürü tamamlayın.
* Bu uygulamadan sonra 21 gün ara verin.21 gün aradan sonra sadece haftada bir defa sabah ve akşam,aç yada tok karnına 1 su bardağı içilerek selülitler yok olana kadar bu küre devam edilir.
* Damak tadına uygun olsun ya da içimi kolay olsun düşüncesiyle haşlama suyuna hiç bir şey ilave etmeyin.
* 21 günlük kür için kesinlikle ihtiyacınız olan miktarı bir defada değil, her gün taze olarak hazırlayın.

25 Ekim 2012 Perşembe

Şok Diyetler Hasta Ediyor!






İnsanlar yazın yaklaşmasıyla birlikte tatil, deniz, güneş gibi hayaller kurarken bir yandan da yazlık kıyafetler içinde nasıl görüneceklerinin hesabını yapıyorlar. Bu durumda da acil diyet önerileri cazip hale geliyor. Diyet yapmak sanıldığı gibi yasaklar listesi anlamına gelmiyor. Günlük yediğimiz içtiğimiz bütün besinler bizim diyetimizi oluşturuyor. Diyet yapmaya, sezonluk bir olay gibi bakmak çok yanlış! Sadece bir dönemi formda geçirmek için değil, ideal kiloya ulaşmak ve sağlıklı beslenmek için kişiye özel bir diyet programının takip edilmesi gerekiyor.  Hızlı bir şekilde kilo vermeyi vadeden bazı diyetler ise insan sağlığını tehlikeye sokuyor. Acıbadem Fulya Hastanesi´nden Uzman Diyetisyen Müge Özyurt Şafak, zayıflamak için dikkat edilmesi gerekenler hakkında bilgi verdi ve yaza özel bir diyet programı hazırladı.

1- Hızlı kilo verdirmeyi vadeden diyetler, kalbinizi yoruyor.
Kışın kilo alanlar yaz yaklaşırken, çok kısa süre içerisinde olabileceğinden fazla miktarda kilo vermek isteyebiliyor. Hızlı kilo verebilmek için de kişiye özel olmayan, tek tip besin grubunu içeren, yanlış diyet uygulamaları yapılabiliyor. Eğer ki bir diyet programı ilk günden son güne kadar size aynı besinleri yemenizi öneriyor, yaş, cinsiyet, kilo, hastalık durumu ayırmaksızın herkese aynı yiyecekleri veriyorsa o programın bilimsel ve sağlıklı olmadığına emin olabilirsiniz. Hızlı kilo verdiren diyetlerde yağ kütlesinden az,  kas ve su miktarından ise çok kayıplar olduğu görülüyor. Kas kaybı metabolizmanızın yavaşlaması anlamına geliyor. Bunun yanında hızlı kilo kaybı sağlayan diyetler uzun süre uygulandığında vücuttan su ile birlikte sodyum, potasyum gibi elektrolit kayıpları yaşanıyor ve bu durum ani kalp krizlerine neden olabiliyor.

2- Diyet yaparken öğün atlamak, kilo alımına neden oluyor.
Öğün atlamak veya aç kalarak kilo vermeye çalışmak metabolizmanın yavaşlamasına neden oluyor. Metabolizma dışarıdan ne kadar enerji gelirse o kadarla çalışmaya ayarlanmış bir sistem. Yani siz tüm gün bir şey yemediğinizde veya öğün atladığınızda metabolizmanız da hiç enerji harcamıyor ve kendini en düşük seviyede dinlenmeye alıyor. Bazal metabolizma hızının altında düşük kalorili beslenmek metabolizmanızı daha da yavaşlatıyor. Uzun süre aç kalmak kan şekerinde dalgalanmalara neden olacağı için bir sonraki öğüne kurt gibi acıkmış olarak oturmak kaçınılmaz hale geliyor. O nedenle aç kalmadan, 3 saat aralıklarla öğünlerinizi planlayın.

3- Arkadaşınızın diyeti psikolojinizi bozabiliyor.
Her ne kadar diyet yaparken temel prensipler ortak olsa da, ideal kiloya ulaşmak için alınması gereken günlük enerji miktarı kişinin cinsiyet, yaş, kilo, sağlık durumu, beslenme alışkanlıkları ve fiiziksel aktivite düzeyine göre planlanıyor. Diyetin enerjisi ve içeriği tamamen kişiye özel. Bir başkasının diyetini uygulamak sağlık problemlerinin yanı sıra beklenenden fazla kilo kaybına veya kilo verememeye, buna bağlı olarak da kişinin psikolojisinin bozulmasına neden olabiliyor. Bir başka siz daha olmadığını unutmayın!

4- Diyette tek tip beslenmek yaşam tarzınız haline gelemiyor. 

Sadece meyve veya salata tüketmek ya da sade protein ağırlıklı beslenmek gibi dengesiz besin öğesi içeren diyetler yıllarca kilo vermek isteyen insanların umut kapısı oldu. Ancak bu yöntemler geçici çözüm olmaktan öteye hiçbir zaman geçemiyor. Bu nedenle de bu diyetlere sürekli bir yenisi daha ekleniyor.  Vücudumuz tüm besin gruplarından aldığı besin öğeleri ile devamlılığını sağlayan bir sistem. Karbonhidratlar, proteinler, yağlar, vitamin- mineraller, su ve posa gibi besin öğelerinin her birinin vücudumuzda fonkiyonel bir işlevi bulunuyor. Tek besine dayalı diyetler dengesiz bir beslenme düzeni oluşturduğu için fizyolojik ve psikolojik olarak kendinizi kötü hissetmenize ve vitamin – mineral yetersizliklerine neden oluyor.
Bu tarz diyetler kişilere sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandıramıyor. Yaşam boyu uygulanabilecek davranış değişikliği yaptıramadığı için de verilen kilolar kısa sürede fazlasıyla geri alınıyor.

5- Sporu diyetten ayrı tutmak zayıflamaya engel oluyor.
Sağlıklı zayıflama bireysel özellikler göz önüne alınarak hazırlanan, enerji ve tüm besin gruplarını kişinin ihtiyaç duyduğu miktarlarda içeren bir diyet programı ile sağlanabiliyor. Zayıflamada diyet tek başına yeterli değil. Mutlaka sürdürülebilir bir egzersiz programının diyete eklenmesi gerekiyor. Haftada 3 – 4 kez 30 dakika süren tempolu yürüyüşler hem sürdürülebilir olması hem de sağladığı fayda açısından ideal.

6- Ayda 5 kilodan fazla vermek sağlığınız bozabiliyor. 

Haftada yarım ile bir kilo arasında verilmesi sağlık açısından ideal.  Zayıflamada en önemli beklenti ise kilo kaybının yağ kütlesinden sağlanması. Kişilerin kilosuna göre verecekleri kilo elbette değişebiliyor. Ayda ortalama 3 – 5 kilo vermek sağlık açısından problem oluşturmuyor.


YAZ MEYVELERİ DİYETİ
Yaz aylarının gelmesiyle birlikte birbirinden lezzetli meyve ve sebzeler de mutfağımıza girmeye başlıyor. Bu mevsimde diyet yapmak ve sağlıklı beslenmek kış aylarıne göre daha lezzetli. İşte özellikle bu dönemde kolaylıkla uygulayabileceğiniz mevsim meyve ve sebzelerinden oluşan yaz diyeti.
Kahvaltı: 1 adet sade probiyotik yoğurt
                4 çorba kaşığı müsli
                6 orta boy çilek
Ara Öğün: 1 avuç vişne kurusu, 1 fincan yasemin çayı

Öğle: 1 kase sebze çorbası
          1 porsiyon ızgara somon
           Domatesli roka salatası (yağsız, limonlu )
          1 ince dilim tam buğday ekmeği

Ara Öğün:  10 adet yeşil erik ve 3 adet taze kayısı
       
Akşam: 1 adet zeytinyağlı enginar
                Beyaz peynirli akdeniz salatası (1 tatlı kaşığı zeytinyağı, limon ya da nar ekşisi ile)
                2 ince dilim tam buğday ekmeği
Ara Öğün: 1 su bardağı yağsız kefir
                 1 ince dilim ananas

14 Ekim 2012 Pazar

Omega-3' ün faydaları nelerdir? Hangi Besinlerde bulunur?




Adını sık sık duyduğumuz ´Omega-3´, sağlığımız için gerekli bir yağ asidi. Ancak vücutta üretilemediği için besinlerden alınması gerekiyor. Özellikle uskumru, lüfer ve hamsi gibi deniz  ürünlerinde bolca var. Semizotu, ceviz, keten tohumu yağı, kolza yağı gibi besinlerde de az miktarda bulunuyor. Kalp ve damar hastalıklarından kansere, duygusal dengesizlikten öğrenme güçlüğüne kadar birçok hastalığa iyi geliyor.

Son zamanlarda televizyonda, internet sitelerinde ve daha birçok ortamda Omega-3´ ten bahsediliyor. Çoğumuzun kulak aşinası olduğu ´Omega-3´ nedir, faydaları nelerdir? Omega-3, gerekli olan ama vücudumuzda üretilemeyen bir yag asidi. Bu yüzden gıdalardan elde ediliyor. Vücudun bu yag asidine ihtiyacı daha anne karnındayken başlıyor, ömür boyu devam ediyor. Beslenme ve diyet uzmanları, beslenmede yer alan Omega-3 bağı içeren önemli yag asitlerinin eikosapentaenoik asit (EPA) ve dokosaheksaenoik (DHA) olduğunu söylüyor.

Acıbadem Fulya Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Müge Özyurt, vücudumuzun sağlıklı çalışabilmesi için Omega-3 içeren gıdaların dışandan diyetle alınması gerektiğini ifade ediyor. Omega-3 yag asitlerinden EPA, daha çok yetişkinlerde kardiyovasküler hastalıkların önlenmesinde; DHA ise görme fonksiyonlarında, büyüme ve beyin gelişiminde etkili. Omega-3´ün en iyi kaynağı deniz ürünleri. Özellikle somon, sardalya gibi soğuk sularda yaşayan balıklar Omega-3´ten en zengin olanları. Ancak deniz ürünlerinin bazılarını bulmak zor; balık alırken kolayca bulabileceğiniz uskumru, lüfer ve hamsi tüketimini tercih edebilirsiniz. Bunlann yanında semizotu, ceviz, keten tohumu yağı, kolza yağı gibi besinler de az miktarda Omega-3 içeriyor.

Omega-3 hangi hastalıklara iyi geliyor? Omega-3 yag asitleri EPA ve DHA, kan pıhtısı oluşumunu önleme ve damar sistemini koruyucu etkiye sahip. Kalp damar tıkanıklığını önlüyor, kan basıncını düşürüyor ve kanı inceltiyor. Bunların sonucunda damar sertliğinin oluşumu ve ilerlemesi yavaşlıyor. Omega-3 alımının artırılması total kolesterol ve trigliserit düzeylerini azaltıyor ve iyi kolesterol (HDL) düzeyini artırıyor.
Kalp ve damar sağlığını koruyor.
Faydalan bunlarla sınırlı değil. Beynin neredeyse yüzde 60´ı yağdan oluşuyor. Bu yağların yüzde 2030´ unu DHA oluşturuyor. DHA, hücre zarının oluşumundan ve fonksiyonlanndan sorumlu. Sadece beynin gelişim döneminde değil, tüm yaşam boyunca nöronlar arasındaki bağlantıların devamlılığında da etkili. Bu sayede bellek fonksiyonlarının bozukluğunda kurtarıcı görevi görebiliyor. Aynca yapılan bilimsel çalışmalarda Omega-3 yağ asitlerinin meme, kolon, pankreas ve prostat kanserlerinde tümör oluşumunu ve büyümesini geciktirici etkisinin olduğu gösteriliyor. Omega-3 içeren besinlerin tüketilmesi kanserden de koruyor.

Balığı, beslenme alışkanlıklarınıza dâhil edin !Omega-3´ ün insan sağlığı üzerindeki olumlu etkilerinden faydalanmak için balık tüketimine önem verin. Beslenme ve diyet uzmanı Müge Özyurt´ a göre balığı beslenme listesine dâhil etmek ve haftada 2 ya da 3 kere tüketmek gerekiyor. Ancak özellikle kirli denizlerde büyüyüp yetişen balıklarda civa, arsenik gibi ağır metal kalıntıları olabiliyor. Bu nedenle mümkün olduğu kadar temiz sularda yetişmiş balıkları tercih etmelisiniz. Özyurt, çiftlik balıklarıyla Omega-3 ihtiyacının karşılanamadığını belirtiyor. Deniz balığı bulmanın çok zor olduğu yerlerde alternatif besinleri alabilirsiniz. Omega-3 yağ asitleri hem balık yağında hem de Omega-3 şurup veya kapsüllerinde bulunuyor. Elbette ki balığın kendisini yemek daha yararlı, balığı bulmak mümkün olmadığında ilaveten alternatif besinleri tercih edebilirsiniz. Burada şuna dikkat etmelisiniz; satın alınan ürün uluslararası kalite standartlarına uygun ve sağlığa zararlı ağır metallerden arındırılarak rafine edilmiş olmalı.

Omega-3 çocukların beslenmesinde de gerekli Omega-3, çocukların sağlığında ve beslenmesinde de oldukça önemli. Zihinsel gelişimlerinde etkili. Göz sağlığı ve görme fonksiyonlannın iyi olması için Omega-3 yağ asitlerinden DHA´ nın alınması gerekiyor. Aynca, duygusal dengesizlik, düzenli çalışma bozukluğu, dikkat eksikliği, konsantrasyon zayıflığı, aşırı hareketlilik ve öğrenme güçlüğü gibi durumlarda yeterli Omega-3 tüketiminin olumlu etkileri görülüyor.
Omega-3 herkes için gerekli. Bu nedenle sağlıklı her yetişkin ve çocuğun yeterli miktarda Omega-3 alması sağlanmalı. Özellikle kalp hastalığı riski olanlar, kolesterol ve kan yağları düzeyleri yüksek olanlar ve obezler Omega-3 tüketimine daha çok özen göstermeli. Ancak bu besin desteklerini mutlaka doktor bilgisinde kullanmalısınız.

Omega-3, balık yağında da var. Elbette balığın kendisini yemek daha yararlı ama bulamadığınızda tercih edebilirsiniz.

9 Ekim 2012 Salı

Grip aşısı yaptırmak gerekir!


 

Hacettepe Üniversitesi (HÜ) İç Hastalıklar Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği Başkanı Prof. Dr. Serhat Ünal, grip aşısı için uygun zamanın eylül ayı sonu ekim ayı başı olduğunu belirterek, risk grubundakilerin mutlaka aşı yaptırmasını istedi.
Prof. Dr. Ünal, İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği Genel Merkezi'nde düzenlediği basın toplantısında, havaların soğumasıyla insanların kapalı alanlarda bir arada geçirdiği sürenin arttığını, bunun da grip vakalarının yayılmasını kolaylaştırdığını söyledi.

Yüksek ateş, halsizlik, kas ağrısı gibi belirtilerle ortaya çıkan gribin öldürücü bir hastalık olduğuna işaret eden Ünal, eylül ayı sonu, ekim ayı başının grip aşısı için en uygun zaman olduğunu vurguladı.

“65 yaşın üzerindekiler, kronik hastalığı bulunanlar, diyabet, böbrek, kalp ve akciğer rahatsızlığı olanlar, kanser hastaları mutlaka aşı yaptırmalı” diyen Ünal, grip aşısının ekonomik kayıpları da engellediğini, bir doz aşıyla hem bireysel hem de toplumsalsağlık maliyetlerinin önüne geçilebildiğini söyledi.

“Grip aşısına karşı lobi var”

Türkiye'de 5 milyon 65 yaş üstü, 15 milyon da kronik hastalığı bulunan kişi bulunduğunu ancak geçen yıl yaklaşık 2,5 milyon kişinin aşılandığını belirten Ünal, bu yıl yüzde 10'luk artış beklendiklerini kaydetti.

Dünyada grip salgını bulunup bulunmadığının sorulması üzerine Ünal, şu an ABD'de domuz gribinin akrabası bir tür grip vakası görüldüğünü belirterek ancak yeterince veri bulunmadığını, bu vakaların dünya genelinde takip edildiğini söyledi.

Ünal, gripten korunmak için kişisel korunma, dengeli beslenme, 8 saat uyku, haftada 3-4 gün egzersiz yapmayı tavsiye etti. Kişisel temizliğe, özellikle el temizliğine dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayan Ünal, hastaların maske takmasını da önerdi.

Dünyada grip aşısına karşı lobi bulunduğunu savunan Ünal, ancak hiçbir bilimsel çalışmada aşının direkt neden olduğu ciddi bir yan etkiye rastlanmadığını bildirdi.


Aşıların koruyuculuk oranları

Prof. Dr. Serhat Ünal, HÜ Tıp Fakültesi'nde bin 450 kişi üzerinde yaptıkları bir araştırmaya ilişkin ilk bulguları da aktardı.

Buna göre, aşıların koruma oranının, tetanos için yüzde 22, difteri için yüzde 3,6, boğmacaya için yüzde 9,7, kızamık için yüzde 98 olarak saptandığını belirten Ünal, son çocuklukta yapılan aşıların erişkinlik döneminde koruyuculuğunun azalacağı görüşünün ortaya çıktığını, yetişkinler için de aşı takvimi uygulamasının yapılmaya başladığını sözlerine ekledi.

Yüz Gençleştirmek için Hyaluronik asit mezoterapisi ve kimyasal peeling





Cildinizde gençlik mi istiyorsunuz, lekelerden kurtulmak mı? Cilt gençleştirme ve lekelere karşı yürütülen tedaviler artık kadınlara birden fazla seçenek sunuyor. International Hospital Deri Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayşe Ferzan Aytuğ, yüzü gençleştirmekte cildin ihtiyacına göre mezoterapi, kimyasal peelinglaser, dolgu uygulamaları yaptıklarını söyledi. Dr. Aytuğ, yüz mezoterapisinin yüz gençleştirmede kullanılan bir yöntem olduğunu belirterek, “Yüz mezoterapisinde hyaluronik asit, A, E, C vitaminleri ve amino asitlerin karışımından oluşan özel maddeleri, küçük damlacıklar şeklinde 45 derece açılı küçük enjeksiyonlar ile deri altına uyguluyoruz” diyor.

Yaşla birlikte gelen yaşlanma, güneşin olumsuz etkileri, dış faktörlerden kaynaklanan foto yaşlanma kadınların cildini olumsuz etkiliyor. Ciltte zaman içinde yağ yastıkçıkları azalıyor, yanaklar aşağı sarkabiliyor, çizgiler oluşuyor, gözenekler açılıyor. Ayrıca yüzde birtakım lekeler, iyi huylu veya riskli kabartılar oluşabiliyor. Her cildin ihtiyacına göre gençleştirme ve bakım işlemi yapılmasının önemine değinen Dr. Ayşe Ferzan Aytuğ, “Örneğin gözenekleri açık, yağlı cilde sahip bir kişiye hem özel bazı asitlerle soyma işlemi yapılmalı, hem de yüz mezoterapisi uygulanmalıdır. Bu sayede gözenekleri sıkılaştırmak mümkün olabilir. Ciltte sadece lekelenme varsa kimyasalpeeling ile lekelerin açılması gerekiyor. Hatta mezoterapi ile desteklemek de gerekebiliyor” diyor.

A, C, E VİTAMİNLERİ YÜZÜ GENÇLEŞTİRİYOR

Yanakları inmiş, yüzünde lekelenmeler oluşmuş, gözenekleri açılmış kişilere de kimyasal soyma işlemi ve yüz mezoterapisi yapılmasını öneren Dr. Aytuğ, yüz mezoterapisi hakkında şu bilgileri veriyor:  “Yüz mezoterapisinde özel maddeler (hyaluronik asit, A, E, C vitaminleri ve amino asitler) karışımı küçük damlacıklar şeklinde 45 derece açılı küçük enjeksiyonlar ile deri altına uygulanıyor. Yüzün alt bölümünün üçte ikisine, ellere, boyun ve dekolteye de mezoterapi yapılıyor. Bu işlemleri yaparak cildin bağ dokusunu uyarıyoruz ve yeniden yapılandırıyoruz. Bu sayede gözenekleri de sıkılaştırmış oluyoruz. Ciltte tıpkı dolgu yapılmış gibi daha dolgun bir
 görüntü ortaya çıkıyor. Ayrıca küçük çukurları olan, akne izleri olan kişilerde cildin düzgün bir görüntüye kavuşması sağlanıyor. Yüz mezoterapisini iki haftada bir kez olmak üzere, toplamda en az beş seans yapmak gerekiyor. Yılda bir iki defa hatırlatma seansı yapılabilir.”

ASİTLE YAPILAN PEELING ÇOK DUYARLI CİLLTE SAKINCALI

Cilt gençleştirmede kullanılan işlemlerden birisi de özel asitler kullanılarak uygulanan kimyasalpeeling. Bu işlem özellikle cilt yenilemede ve yağlanmayı düzenlemede çok başarılı oluyor. Kimyasal peelingin özellikle çok hassas ve duyarlı yapıdaki ciltlerde kullanılmamasını öneren Dr. Ayşe Ferzan Aytuğ, şu bilgileri verdi: “Peeling uygulamasında cilt yapısının çok iyi analiz edilmesi önem taşıyor. Örneğin göz çevresini gençleştirmekte kullandığımız bazı özel asitler var, cildin geneline kullandığımız peeling maddelerini göz çevresinde kullanmıyoruz. Göz çevresine özel asitler geliştirildi, bunlar göz çevresi kırışıklıklarında, çizgilenmelerinde, morluklarında oldukça başarılı. ”

2,5 AYDA DAHA PARLAK VE GENÇ BİR CİLDE KAVUŞMAK MÜMKÜN

Kimyasal peeling işleminin kış döneminde yapılması gerektiğini vurgulayan Dr. Ayşe FerzanAytuğ, “Kimyasal peelingi tekrar lekelenme olmaması için kışın uyguluyoruz. Ama kışın kayağa gider, güneşten korunmazsa yine leke olabilir. Bu nedenle kozmetik müdahalelerin sosyal yaşamın dönemsel ihtiyaçlarına göre planlanması büyük önem taşıyor. Ekim-mayıs arasında peelinginuygulanması, güneşsiz günlerin tercih edilmesi, iki hafta aralıklarla tekrarlanması gerekiyor.”Daha genç ve parlak bir cilt görünümü elde edebilmek için, dönüşümlü olarak kimyasal peeling ve mezoterapi uyguladıklarını anlatan Dr. Ayşe Ferzan Aytuğ, beşer seansın bu işlemlerden sonuç alınması için çoğunlukla yeterli olabildiğini söylüyor. Her iki yöntemin birlikte kullanılması ile oldukça başarılı sonuçlar elde ediliyor. Ancak kimyasal peeling cildin ihtiyacı olduğu kadar yapılıyor, bazı kişilerde daha uzun seanslar halinde uygulamak gerekebiliyor. Kimyasal peelingsadece yağlanmayı azaltmak için bile kullanılabiliyor. Gözenekler için ise mezoterapi ile desteklemek gerekiyor.

7 Ekim 2012 Pazar

Enzim Peeling ile Cilt Lekelerinizden Kurtulun!





 Yıllar geride kalırken ciltte bıraktığı izler, çevre koşulları ve ağırlıklı olarak güneş lekeleri, bir süre sonra başta kadınlar olmak üzere pek çok kişiyi rahatsız ediyor. Sonrasında ise bu izlerden kurtulmanın çareleri aranıyor. Bunlardan biri de Enzim Peeling yöntemi… Birden fazla sayıda farklı etken madde ve peeling yapıcı ajan içeren bir peeling yöntemi olan Enzim Peeling, hem cilt lekelerini yok etmek hem de cilt gençleştirmek için kullanılıyor. Ciltte leke oluşumuna neden olan pigmentin (melanin) azaltılarak cildin renginin açıldığı Enzim Peeling yöntemiyle, lekelerin giderilmesinde diğer kimyasal peelinglere göre daha etkili sonuç alınıyor. Başarı oranı yüzde 90-95 olan Enzim Peeling hakkında Acıbadem Bağdat Caddesi Tıp Merkezi Dermatoloji Uzmanı Doç. Dr. Yasemin Saray’dan bilgi aldık.   

HANGİ LEKELERİ GİDERİYOR?

 Yaşlılık lekesi olarak bilinen lentigo, güneş lekesi, gebelik lekesi olarak bilinen melazma ve akne izleri olmak üzere birçok iz Enzim Peeling ile tedavi edilebiliyor. En sık yüz, boyun, dekolte bölgesi, sırt ve el üzerine olmakla birlikte yöntem, vücudun leke bulunan tüm bölgelerinde uygulanabiliyor. 


NASIL ETKİ EDİYOR?
 Cilt lekeleri, derinin rengini oluşturan pigment miktarının aşırı artmasından kaynaklanıyor. Enzim Peeling, ciltte pigment oluşmasını sağlayan “tirozinaz” adlı enzimi baskılıyor. Bu sayede lekeli bölgelerde pigment oluşumu azalıyor ve cilt rengi açılıyor. 


LEKELER NE ZAMAN KAYBOLUYOR?
 Enzim Peeling, maske uygulaması ve devam kremi kullanımı olmak üzere iki adımda gerçekleştiriliyor. Birinci aşama doktor tarafından uygulanıyor. Cilt önce özel bir solüsyonla temizleniyor, ardından leke giderici etkisi olan ve birden fazla aktif madde içeren özel bir maske, lekeli bölgelerden başlayarak tüm yüze sürülüyor. Bu özel maske 8-10 saat ciltte bekletildikten sonra, suyla yıkanarak çıkartılıyor. İkinci aşama ise hasta tarafından gerçekleştiriliyor. Bu kez de yine çok güçlü leke açıcı aktif maddeler içeren bir krem, hasta tarafından 2-3 ay boyunca günde 1-3 kez kullanılıyor. Genellikle uygulamadan bir hafta sonra lekelerde açılma başlıyor ve 4-6 hafta içinde de lekeler kayboluyor. Leke ne kadar koyu ise yok olması da o kadar uzun sürüyor. 


KİMLERE UYGULANAMIYOR?
Enzim Peeling’in içeriğindeki herhangi bir maddeye aşırı duyarlılığı olanlara, aktif uçuk virüsü taşıyanlara, gebelik ve emzirme dönemindekilere, uygulamadan önceki 15 gün içinde aynı bölgeye lazer ya da peeling yaptıran kişilere Enzim Peeling yapılması uygun bulunmuyor.  


KİMYASAL PEELING’DEN FARKI NE?
Bilinen kimyasal peelingler derinin hasar görmüş üst tabakasını soyarak etki ediyor. Enzim Peeling’in ise soyucu etkisi yok denecek kadar az. Bu nedenle uygulamanın yapıldığı gün kişi günlük yaşantısına ve sosyal aktivitelerine dönebiliyor. Her cilt tipine, her mevsim uygulanabiliyor. 


UYGULAMADAN SONRA CİLTTE NE TÜR DEĞİŞİKLİKLER GÖRÜLÜYOR?

Enzim Peeling’in ardından ciltte ilk 1-2 gün kızarıklık görülüyor. Kızarıklık, cildi hassas olan hastalarda 4-5 gün devam edebiliyor. Bazı hastalarda ise kızarıklık geçtikten sonra ciltte hafif kuruluk ve pullanma görülebiliyor. Ancak bu sorunlar yoğun nemlendirici krem kullanımı ile 5-7 gün içinde düzeliyor.

4 MEVSİM GÜNEŞTEN KORUNMAK ŞART!
Lekelerin tekrar etmesini ve yenilerinin oluşmasını engellemek için unutulmaması gereken en önemli şey, hayat boyu güneşten korunmak… Bunu sağlamak içinse düzenli olarak güneş ışınlarından koruyucu krem kullanmak, yaz aylarında şapka ve gözlük takmak, 10.00-16.00 saatleri arasında güneş ışınlarına maruz kalmamak gerekiyor. Bu lekeler ayrıca hamile ve doğum kontrol hapı kullananlarda daha kolay gelişiyor, bazı hormonal bozukluklar da ciltte leke oluşumunu artırabiliyor. Kullanılan kozmetik ürünlerin bir kısmı da leke oluşumunda rol oynayabiliyor.  “Cildin parlaklık ve gerginliğini artıran Enzim Peeling, ciltteki kalınlaşma ve kabalaşmayı düzelterek, gözenekleri sıkılaştırıyor. Ayrıca ince kırışıklıkları da belirgin ölçüde hafifletiyor.”  DİKKAT! Enzim Peeling uygulamasından sonra en az iki hafta deri soyucu etken madde içeren kremlerin kullanılmaması, peeling ya da lazer gibi işlemlerin yaptırılmaması gerekiyor.

Basit Unutkanlıklara dikkat! Alzheimer Belirtisi Olabilir!




Basit unutkanlıklar çalışan kesimde genellikle ‘strestendir’ veya ‘aşırı yoğunluktandır’ düşüncesiyle çoğu zaman dikkate alınmıyor. Ancak 30-40’lı yaşlarda başlayan unutkanlıkları hafife almayıp, mutlaka bir nöroloji uzmanına başvurmalı. Bunun nedeni ise önemsenmeyen unutkanlıkların hastanın zamanla yatağa bağımlı kalmasına yol açabilen Alzheimer hastalığının ilk belirtisi olan “hafif kognitif bozukluk” olabilmesi. Acıbadem Kadıköy Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Nebahat Bilici, detaylı nörolojik muayene ve testler ile Alzheimer tanısının kolaylıkla konulabildiğine dikkat çekerek, “Alzheimer’in ortaya çıkması önlenemese de, erken dönemde yakalandığı için ilaç tedavisi ve yaşam alışkanlıklarındaki değişiklikler sayesinde bu süreç oldukça yavaşlatılabiliyor.” diyor.

ÖNCE BELLEK İŞLEVLERİ BOZULUYOR

Bunama grubunda yüzde 60 gibi yüksek bir oranda görülen Alzheimer, öncelikle bellek işlevleri ile ilgili beyin hücrelerinin ölümü sonucu oluşan ve kesin nedenleri bilinmeyen bir hastalık. Bellek ve bilişsel işlevlerde ilerleyici bir kötüleşme ile seyrederek zamanla hastanın günlük işlevlerini bile yerine getiremeyecek konuma gelmesine neden olabiliyor.

GENETİK ETKENLER RİSKİ 2 KAT ARTIRIYOR

Nöroloji Uzmanı Dr. Nebahat Bilici, Alzheimer’ın oluşmasında en önemli riskin ilerleyen yaş olduğunu belirtiyor. Hastalık 65 yaşın üzerinde doruğa çıkıyor ve her 5 yılda bir risk 2 kat artıyor. Genetik etkenler de hastalığın gelişiminde yaş faktöründen sonra yer alıyor. Özellikle 1. derece akrabalarda bunama sorunu varsa Alzheimer gelişme riski 2 kat yükseliyor. Bu risk faktörlerini sırasıyla inme, kafa travması ve kadın olmak takip ediyor. Entelektüel seviyesinin düşük  olması da Alzheimer riskini artıran  önemli bir etken. Kişi zihinsel performansını ne kadar çok geliştirirse bu hastalığı yakalanma riski de o denli düşüyor. Bunun için uzmanlar bol bol kitap okumayı, spor yapmayı ve hobi edinmeyi tavsiye ediyor.

30-40’LI YAŞLARDA BAŞLAYAN UNUTKANLIĞA DİKKAT

Alzheimer hastalığının ilerleyen yaşlarda aniden ortaya çıktığı sanılıyor. Oysa bu hastalığın ilk uyarıcı işareti olan unutkanlık 30-40’lı yaşlarından itibaren başlayabiliyor. Örneğin hasta dans kursunda adımları öğrenebilmek için diğer öğrencilerden daha fazla çaba sarf ediyor ya da hareketleri ertesi gün unutuyor. Veya yeni bilgiler edinmek için eskiden kitabı bir kez okuması yeterli olurken, artık sayfayı tekrar gözden geçirmek zorunda kalabiliyor. Ancak iş ve sosyal yaşamda henüz ciddi bir gerileme olmadığı için hastalığın ilk belirtisi gözden kaçabiliyor.

ÜÇ AŞAMADA GELİŞİYOR

Alzheimer erken dönem, orta dönem ve ileri evre olmak üzere 3 aşamada gelişiyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Nebahat Bilici hastalığın aşamalarını şöyle anlatıyor:

ERKEN EVRE: HASTA BASİT UNUTKANLIKLARDAN YAKINIYOR

Unutkanlık yaşlılığın doğal bir sonucu olarak görüldüğü için ‘erken evre’, hasta ve hasta yakınları tarafından genellikle gözden kaçırılıyor.
Erken evrenin ilk belirtisi, basit unutkanlıklar. Önce beynin kayıt işlevi olumsuz etkileniyor. Hasta yeni bilgileri öğrenmekte güçlük çekiyor ve yakın dönemde yaşadığı olayları unutuyor. Mantık yürütme ile entelektüel becerisi de bozulmaya başlıyor, hasta bunun sonucunda kendini yavaş yavaş sosyal hayattan izole ediyor.

ORTA DÖNEM: HAFIZA YETENEĞİ BELİRGİN DERECEDE BOZULUYOR

Hastalık ilerledikçe belirtiler belirginleşiyor ve günlük yaşamı daha fazla etkilemeye başlıyor.
Orta evrede yakın dönem hafıza yeteneği belirgin derecede bozulduğu için hasta aynı soruyu defalarca sorabiliyor. Zaman ve mekansal bellek de bozulmaya başlıyor; hasta sık sık ‘biz neredeyiz?’ sorusunu yöneltiyor veya bulunduğu ortamda kaybolabiliyor. Mantık yetisi de bozuluyor ve hasta hemen hiçbir konuda karar veremez hale geliyor. Orta dönemde en çok dikkat çeken şey ise dil işlevinin bozulması. Hasta ilk dönemler kelimeleri bulmakta zorlanıyor. Zamanla kelime hazinesi azalıyor, hasta daha az kelimelerle, basit ve kısa cümleler kurmaya başlıyor. Mantık ile entelektüel düzeyde ciddi bozulma oluştuğu için herhangi bir konu hakkında yorum yapmakta güçlük çekmeye başlıyor.

ÜÇÜNCÜ EVRE: BAKIMA MUHTAÇ OLUYOR

Üçüncü evrede hastanın beyni artık hiçbir kayıt yapamaz hale geliyor. Ayrıca sadece yakın geçmiş değil, yıllar öncesinde yaşananlar da hafızadan yavaş yavaş silinmeye başlıyor. Dil işlevlerinde ciddi bir bozulma oluyor ve hasta ‘tek tük’ kelimelerin dışında konuşamıyor, söylenenleri anlamıyor. Yemek yemek, yürümek, alışveriş yapmak ve yıkanmak gibi günlük işlevlerini tek başına yapamıyor, bakıma ihtiyaç duyuyor. Hasta zamanla yatağa bağımlı hale gelebiliyor.

TEDAVİ İLE HASTALIĞIN HIZLA İLERLEMESİ ÖNLENEBİLİYOR

Alzheimer  günümüzde tedavisi mümkün olmayan bir hastalık. Bu nedenle tedavide hedef hastalığın  hızla ilerlemesini önlemek ve yaşam kalitesini artırmak. Nöroloji Uzmanı Dr. Nebahat Bilici, hafif bellek bozukluğunda ilaç tedavisi ile zihinsel performansı artırmak için zihinsel ve bedensel egzersizlere başvurulduğunu belirtiyor. Hastalardan zihinsel performanslarını artırmak için bol bol kitap okumaları, yeni hobiler edinmeleri ve sosyal hayata daha fazla karışmaları isteniyor. Rutin alışkanlıkların dışına çıkmaları, örneğin işe her gün aynı yoldan değil, daha farklı yollardan gitmeleri öneriliyor. Zihinsel performansın artmasında çok etkili olduğu için açık havada 3 gün 40’ar dakika yürüyüş gibi ağır olmayan fiziksel egzersizler yapmaları da tavsiye ediliyor.

EVDE GÜVENLİK ÖNLEMLERİNİN ALINMASI ŞART

Orta ve geç dönemde ise ilaç tedavisi ile hastalığın yol açtığı uykusuzluk, huzursuzluk, aşırı şüphecilik ve depresyon gibi sorunların şiddeti hafifletilebiliyor. Böylece hem hastanın hem hasta yakınlarının yaşam konforu artırılabiliyor. Ayrıca hastanın kendine zarar vermesini önlemek için evde balkon ve pencere kolluklarının çıkarılması, bıçak gibi kesici aletlerin ortadan kaldırılması ve merdivenlere dikkat edilmesi gibi uygun koşulların sağlanması gerekiyor. Kaybolduklarında kolayca bulunabilmelerini sağlamak amacıyla da üzerinde adres ve isminin bulunduğu künye kullanımı hasta güvenliği açısından son derece önem taşıyor.

6 Ekim 2012 Cumartesi

Anne adayları için altın öneriler




Bir anne adayı olarak hamilelik döneminizi hem kendiniz hem de bebeğiniz için kolaylaştırabilirsiniz. İlk günden başlayarak doğuma kadar olan süre içinde rutin kontrollerinizi yaptırır ve sağlığınıza dikkat ederseniz bebeğinizi kucağınıza huzur içinde alabilirsiniz. Acıbadem Kadıköy Hastanesi Kadın Doğum Uzmanı Doç. Dr. Melih Atahan Güven, sağlıklı bir doğum gerçekleştirebilmek için 1. aydan 9. aya kadar uygulayabileceğiniz 10 öneride bulundu. 


DOKTOR KONTROLÜ Adet gecikmesi yaşadığınızda doktorunuza danışmalısınız. Gebeliğin dış gebelik mi yoksa rahim içi gebelik mi olduğunu kontrol ettirmelisiniz. 6. ya da 7. haftada ise bebeğinizin kalp atışlarını dinlemek için tekrar doktorunuza gitmelisiniz.   


KAN TETKİKLERİ Bebeğinizi ultrasonda gördükten sonra sağlıklı bir gebelik yaşayıp yaşamadığınızı öğrenmek için bazı kan testleri yaptırmalısınız. Bu testler, kan sayımı ile bazı parazit ve mikropları tespit etmek çin uygulanıyor. 


İKİLİ TEST Bebeğinizde kromozom anomali riski olup olmadığını (en sık görülen Down Sendromu) öğrenmek için 11.-14. haftalar arasında mutlaka ikili test yaptırmalısınız. Bu testi hangi yaşta olursa olsun tüm anne adaylarının yaptırması gerekiyor. 


ULTRASON Gebeliğin 18.-23. haftaları arasında yapılan detaylı ultrason taramasını ihmal etmemelisiniz. Detaylı ultrason taraması ile bebeğin vücudunda yapısal bir sakatlık, fiziksel bir kusur olup olmadığına bakılıyor.  


ŞEKER YÜKLEME TESTİ Gebeliğin 24.-28. haftaları arasında şeker yükleme testi yaptırmalısınız. 75 gram şeker ile yapılan OGTT (Oral Glukoz Tolerans Testi) yükleme testi tüm gebelere öneriliyor. Bu testin yapılma amacı gebelikte ortaya çıkabilen gestasyonel diyabeti bulmak. Gestasyonel diyabet, artan hormonların etkisiyle yalnızca gebelikte oluşuyor. Yaklaşık 100 gebenin 6’sında bu hastalık görülüyor.  


BESLENME Gebelikte vücut su toplamaya, ödem oluşturmaya meyilli olduğu için özellikle tuz tüketimine dikkat etmek gerekiyor. Tuz kadar önemli bir diğer konu da şeker tüketimi. Aşırı tatlı besinlerden uzak durulması öneriliyor. Ayrıca, kan şekerini dengede tutmak için sık aralıklarla, azar azar yemek yenilmesi gerekiyor. Gebelik ilerleyip, bebek yukarı doğru çıktıkça anne adayının buna bağlı reflü, yemek borusunda yanma, bağırsak problemleri ve gaz şikayetleri de artıyor. Bu yüzden ilerleyen aylarda ağır yemeklerden kaçınılması öneriliyor. 


EGZERSİZ Hamileler için en ideal sporlar; yürüyüş ve yüzme. Fakat her iki sporda da anne adayının kendini yormaması büyük önem taşıyor. Yorulmamak koşuluyla düzenli olarak yüzme hamilelere önerilen aktivitelerin başında geliyor. Ancak giyilen mayonun ıslak kalmamasına dikkat etmek gerekiyor. Çünkü ıslak mayo, enfeksiyonlara neden olabiliyor ve bu da iç organlar ile genital hijyeni bozabiliyor. Yapılan yanlışlardan biri de daha önce denenmemiş sporlara gebelik döneminde başlanması. Örneğin daha önce tenis oynamamış, pilates yapmamış bir gebenin, hamilelik döneminde bu sporlara başlaması önerilmiyor. 


GEBELİKTE GİRİŞİMSEL MÜDAHALELER
Gebe adaylarına amniyosentez, halk arasındaki tabiri ile ‘karından su alma’ ve Koryon Villus Örneklemesi (CVS), plasentadan biyopsi alma gibi girişimsel müdahaleler yapılabiliyor. Amniyosentez ve CVS bebeğin kromozom anomalili olup olmadığını yüzde 100 belirleyen müdahaleler. İkili testi yaptıktan sonra sonuç riskli çıktığında 11.-14. hafta arasında CVS uygulanıyor. Anne adayı ikili testi bazı nedenlerden ötürü ihmal ettiyse 16.-20. haftalar arasında üçlü ya da dörtlü test yapılabiliyor. Kan verilerek yapılan bu testler, ikili test kadar güvenilir olmayabiliyor. Eğer bunun sonucunda da gebelikte risk tespit edilirse 16.-20. haftalar arası amniyosentez uygulanıyor. Yapılan araştırmalara göre, amniyosentez ve CVS’de 300’de bir kayıp riski bulunduğu için tüm anne adaylarına önerilmiyor. Bu testler sadece riskli gebelere uygulanıyor.  


RİSKLİ GEBELİKLER Tiroit, şeker hastalığı gibi sistemik bir hastalığı olan, daha önce anomalili bir bebek doğuran, problemli bir gebelik yaşayan, önceki doğumunda bebeği küçük kalan, suyunu kaybeden, ölü doğum yapmış, gebelik zehirlenmesi yaşayan, 40 yaşın üzerinde gebe kalan ya da çoğul gebelik yaşayan kişiler, riskli gebeler olarak tanımlanıyor. Anne adayı riskli gruba giriyorsa bir perinatolog tarafından takip edilmesi öneriliyor. Perinatologlar kadın doğum uzmanlığının yan dalı olarak riskli gebeliklerle ilgileniyorlar. Bebeğin sağlık durumunu, annenin risklerini, perinatolog belirliyor. 

KİLO ALIMI Annenin gebelik öncesi ‘Vücut Kitle İndeksi’ kilo alımında önem taşıyor. Genelde kilolu kadınlar gebelikte çok kilo almıyor, zayıf olanlar ise aksine daha çok kilo almaya meyilli oluyor. Gebenin alması gereken standart kilo 11-13 kg. arası. Hamileliğin sonuna gelindiğinde bunun ortalama üç kilosunu bebek, bir kilosunu suyu, 500 gramını göğüslerde dolan süt, 500 gramını da plasenta oluşturuyor. Tüm bunlardan sonra anneye kalan 2-3 kilo oluyor. Ancak çoğul gebeliklerde 15-16 kiloya kadar alınabiliyor. Çok kilo almanın getirdiği yük, anneye zarar verebiliyor. Örneğin gebelik öncesi; bel, sırt, omurga, disk ile ilgili sorunları olanlarda hamilelik döneminde bu şikayetler daha da artıyor. Gebelikte, öndeki yük gittikçe artıyor, denge merkezi öne doğru kayıyor. Bu da bel çukurunun bozulmasına ve şikayetlerin artmasına neden oluyor.

Detoks: Arınmak için neler yapmalıyız?




Detoks, vücudun zararlı toksinlerden arınmasına yardımcı olmak için uygulanan programların bütünüdür. Arınmış bir beden hem sağlıklı hem de zinde olmamızı sağlar.

Günlük yaşantımızda küçük değişikler ile kendi detoks programımızı uygulamamız mümkün :)
Peki, bunun için nelere dikkat etmeliyiz??

Öncelikle azaltmamız gereken besinler :

* Kırmızı et, sakatat, salam, sosis vb.
* Rafine edilmiş gıdalar
* Konserveler
* Şeker, tuz
* Doymuş yağlar
* Alkollü içecekler, kahve ve nikotin

Sofralarımızda bol miktarda sebze, yeşillik, tahıl, baklagiller, düşük yağ oranlı süt ürünleri, taze balık ve beyaz et yer almalı. Mümkün olduğunca mevsim sebze ve meyvelerini tüketmeliyiz.

Soluduğumuz hava temiz olmalı, bulunduğumuz ortamları sık sık havalandırmalıyız veya mini oksijen terapileri için kısa yürüyüşlere çıkmalıyız.

Detoks programımızı desteklemek için uyanınca bir bardak ılık suya bir kaşık limon suyu veya elma sirkesi ilave ederek içebiliriz. Papatya, ıhlamur, zencefil gibi toksin atıcı özellikte çayları tüketmek oldukça faydalı olacaktır. Arınmak için kaliteli bir uyku şart. Bu nedenle derin bir uykuya dalmak için uyumadan önce papatya, melisa, rezene çaylarını tercih edebilirsiniz.



Kırışıklık ve Sarkma karşıtı Süper güçlü serum: Estee Lauder Perfectionist

Estee Lauder'dan yeni kırışıklık ve sarkma karşıtı serum : Perfectionist :)



CPR-75 teknolojisi kullanılan seride çift etki, gelişmiş aminoasit ve kompleks proteinler kırışıklıklara karşı sanal bir kuvvet alanı oluşturarark cildin doğal çizgi düzeltme gücünü arttırıyor. Hızlı, etkili ve etkileyici CPR-75 teknolojisi, kolajen üretimini iki katına çıkarıyor ve pompa etkisiyle ciltte sıkılık sağlarken onarımın desteklenmesine yardımcı oluyor.

4 Ekim 2012 Perşembe

Diyeti Başarısız Kılan 10 neden





Zayıflama amaçlı diyet programı uygulamak, kilo fazlası olan, hayatında kalıcı beslenme değişiklikleri yapmak ve kilo vermek isteyenler için en iyi yöntem. Ancak zayıflayabilmek; kişinin durumunu kabullenmesi, gerçekçi hedefler koyması, yaşam tarzını değiştirmekte kararlı olması, zayıflamayı bir takıntı haline getirmemesiyle mümkün. Çünkü zayıflama sürecinde diyet programını baltalayan birçok neden bulunuyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Günsoy, diyeti sabote eden başlıca 10 neden bulunduğunu belirterek bunları şöyle sıralıyor:

1- Ara öğün yapmamak.
2- Öğle veya akşam yemeğinin kalorisini hesaplayıp bu kaloriye denk diyet listesi dışında yiyecekler yemek.
3- Hazır dondurmaları çok sık tüketmek.
4- Erkekler başta olmak üzere, eş, dost ve arkadaşların sağlıksız gıdaları tüketmesi için diyet yapan kişiye ısrar etmesi.
5- Yüksek kalorili kahveler içmek.
6- Yiyeceklerin etiketlerini okumamak.
7- Az su içmek.
8- Dışarıda yağlı yiyecekler tüketmek.
9- Diyeti sürekli bozmak, yarın başlayacağım diye ertelemek.
10- Bol şekerli asitli içecekleri çok içmek.

1-ARA ÖĞÜN YAPINCA VÜCUT ÇALIŞKAN KARINCA OLUYOR

Beslenme uzmanlarının üç ana öğün dışında üç ara öğün yapılmasına yönelik ısrarı, vücudun tembelleşmesini önleme amacından kaynaklanıyor. Diyet programı uygulayan kişiler ara öğünleri gereksiz buluyor ve yapmamakta direnebiliyor. Oysa ara öğün yapmak kişi, masabaşı iş de yapsa vücudun kıtlık sinyali almasını, dolayısıyla yağları depo olarak tutmasını engelliyor. Ara öğün yapanlarda metabolizma daha hızlı çalışıyor. Masa başı işi de yapılsa vücut enerji harcamaya devam ediyor. Yağlardan enerjiyi kullanıyor. Ara öğünsüz bir diyette vücut kıtlık sinyali alıyor, ihtiyacı olan enerjiyi kaslardan karşılıyor.

2-SADECE KALORİ HESABI İŞE YARAMAZ, İÇERİK HESABI DA ÖNEMLİDİR

Beslenme uzmanı gözetiminde diyet yapanlar, yiyeceklerinin kalorisini öğrenince öğlen ve akşam yemeklerin kalorisini hesaplayıp, bu kaloriye denk dondurma, tatlı ya da başka yiyecekler tüketmeye çalışıyor. Böyle yapınca da denge bozuluyor. Öğlen yemeğinin kalorisini hesaplıyorlar. O kalorinin yerine dondurmayı, pastayı koymaya çalışıyorlar. Sağlıklı beslenme diyetinde salata, et, ekmek var, yoğurt var. Bu yiyecekleri tüketince protein, karbonhitrat, yağ alınmış oluyor. Tüm besin grupları dengelenmiş oluyor.

3- HAZIR DONDURMANIN CAZİBESİ DE ÇOK KALORİSİ DE

Hazır dondurmaların kalorisi çok yüksek olduğundan tüketilmemesinde yarar var. Tatlıyı ve dondurmayı çikolata, fındık, fıstık soslarıyla tüketmek vücuda bol bol şeker ve yağ alınmasına yol açıyor. Bunun yerine arada sırada sade dondurma tüketmek hazır dondurma tüketmekten daha yararlıdır.

4- EN ÇOK ERKEKLER SABOTE EDİYOR
 Zayıflama amaçlı olarak beslenme ve diyet uzmanlarınca kişiye özel olarak hazırlanan beslenme programları, kişinin sağlık koşulları, günlük beslenmesi, yaptığı iş, stres düzeyi de göz önünde bulundurularak planlanıyor. Kadınların diyetini sabote eden nedenlerin başında erkeklerin tavırları geliyor. Erkekler eşlerine ya da sevgililerine, diyet yaparken genellikle yardımcı olmuyor. Onun yerine ‘bir tanecik tatlı yemekten bir şey olmaz, ‘kepek ekmeği yiyince ne oluyor, onun da kalorisi var!’, ‘hiç pilavsız hayat olur mu?’, ‘bu kebap da yenilmez mi?’ gibi cümleler kurarak zayıflama diyetinin amacını ortadan kaldıracak engellemelerde bulunuyor. Eğer diyet yapan kişi yemek yemeyi çok seviyor ve zorlanıyorsa, bu tavırların sürekli gün içinde tekrarlanması, şirket arkadaşlarının çevresindeki başka kişilerin de destek olmaması nedeniyle diyet programı başarısız olabiliyor.

5- BİR AROMALI KAHVENİN KALORİSİ ÖĞLE YEMEĞİNİNKİ KADAR

Sıcak havalar soğuk içeceklerin tüketimini de artırıyor. Ancak yemek konusunda olduğu gibi içecek konusunda da aşırıya kaçmamak önemli. Sade kahvenin kalorisi çok az, ancak kahve karışım halinde olunca, çeşitli aromalar, kremalar katılınca 560 kaloriyi buluyor. Çoğu zaman beslenme uzmanları sadece öğle yemeğinde yaklaşık 500 kalori tüketilmesini istiyor. Bu durumda öğle öğününün kalorisi tek bir kahveden alınmış oluyor. Ayrıca fazladan yağ ve şeker de depolanıyor.

6- ETİKET OKUYUNCA ŞEKER VE YAĞDAN KAÇMAK MÜMKÜN OLUYOR

Diyet yaparken en çok yanıldığımız konular arasında light ürünler geliyor. Bu ürünlerin etiketlerinin iyi okunması gerekiyor. Diyet çikolatalar ve meyveli sodaların dikkatli tüketilmesi önem taşıyor. Diyet çikolatanın şekeri azaltılıyor, ama çikolata tadı verilebilmesi için yağı artırılıyor. Sade soda yerine meyveli soda daha fazla şeker alınmasına yol açıyor.


7- AZ SU İÇMEK ÖDEMİ ARTIRIYOR

Su içmek vücutta biriken fazla suyun dışarı atılmasını sağlıyor. Yaz aylarında en çok rahatsızlık veren konular arasında vücuttaki ödem geliyor. Bu ödemi önleyici unsunların başında az kafein tüketmek, yeterince su içmek yer alıyor. Günde 2-2,5 litre su tüketimi sağlıklı beslenmenin ayrılmaz bir parçası olarak kabul ediliyor.


8- DIŞARIDA TÜKETİLEN YAĞLI YİYECEKLER ŞİŞMANLIĞI ARTIRIYOR

Zayıflama diyeti uygularken diyetisyenin verdiği listeye uygun beslenmek gerekiyor. Toplu yerlerde pişen yemekler, dışarıda tüketilen yiyecekler her zaman evdekinden daha yağlı yapılıyor. Eğer canınız, makarna ve pilav çektiyse dışarıda katı yağla ya da içeriğini bilmediğiniz bir yağla yapılmış pilav veya makarnayı tüketmektense evde zeytinyağıyla yaptığınızı yemek daha doğrudur.


9- DİYETİ BİR BOZUP BİR BAŞLAMAK METABOLİZMAYA ZARAR VERİYOR
Zayıflamanın da sağlıklı beslenmenin de temel kuralı kararlı olmaktan geçiyor. Kararlılık yoksa diyet programı da başarısız olmaya mahkum oluyor. Sürekli diyet programını bozup bozup yeniden başlamak, istikrarlı bir şekilde uygulamamak zayıflamaya neden olmayacağı gibi kilo alınmasına da sebep olabiliyor.

10-ŞEKERLİ VE ASİTLİ İÇECEKLER YAĞLANMANIN YOLUNU AÇIYOR

Bir kutu kolada 25 küp şeker var. Bu yüksek şeker içeriğini bir bardak suda kullansak o içilemez hale gelir. Bu nedenle kolalı içeceklerdeki şeker, asit içeriğiyle birleşince içilecek hale geliyor. Diyet kolanın kalorisi düşük ama yapay tatlandırıcı kullanıldığından dolayı insülin direncine neden oluyor. Diyet kola ayrıca kafein içeriği sebebiyle vücutta ödem oluşturuyor. İçinde birçok katkı maddesi de bulunuyor.

3 Ekim 2012 Çarşamba

Grip Salgını mı var?



Özellikle havasız ortamlar ve çalışanların yeterince güneş ışığı görememesi salgın hastalık ve gribin daha hızlı bulaşmasını sağlıyor.
Eylül’le birlikte değişen mevsim şartları olası bir grip salgınına davetiye çıkarabilir. Soğukların gelmesiyle birlikte şimdiden çevremizdeki çok sayıda kişi grip ya da soğuk algınlığı nedeniyle hastalanmaya başladı. İstanbul gibi büyükşehirlerde yaşayan insanlar çevresel etkiler ve havaların kirli olması nedeniyle daha kolay ve hızlı gribal enfeksiyona yakalanabiliyor. Yoğun insan trafiğinin yaşandığı plaza gibi çalışma ortamlarının, havalandırma sistemlerinin havayı yeterince sirkülasyon edememesinden dolayı çalışanların grip kadar sinüzit gibi hastalıklara da davetiye çıkarıyor.
En Riskli Grupların Başında Plaza Çalışanları Geliyor
Özellikle havasız ortamlar ve çalışanların yeterince güneş ışığı görememesi salgın hastalık ve gribin daha hızlı bulaşmasını sağlıyor. Bu durum sadece gribe ya da salgınlara değil, olumsuz çalışma koşulları sebebiyle zayıflayan bağışıklık sistemi, birçok hastalığı beraberinde getiriyor.
Toplu Taşımalar Mikrop Saçıyor 
Otobüs, metro ve metrobüs gibi gün içinde sıklıkla kullandığımız toplu taşıma araçları mikrop saçıyor. Özellikle yurt dışında, kışın toplu taşıma kullanan insanlar araçlara maske takarak dahi binebiliyor. Uzmanlar bu konuda halkın bilinçlendirilip uygulamanın Türkiye’de de hayata geçmesi konusunda vurgu yapıyorlar.

Hastalığınızı Evde Geçirin
Uzmanlar eğer mümkünse grip salgının yaşandığı yerlerde çalışanların işe gitmemesini tavsiye ediyor. Hastayken işbaşı yapanların çalıştıkları yere ya da kuruma fayda yerine tersine iş arkadaşlarına da hastalık bulaştıracakları için işçi veriminin azalmasına neden olacaklarını söyleyebiliriz. Bu konuda işverenlerin de çalışanlarına karşı anlayışlı olması gerekiyor.

2 Ekim 2012 Salı

Gangnam style dansı ile eğlenerek egzersiz yapalım ;))

Gangnam style dansıyla eğlenerek egzersize var mısınız ;))






Emzirmenin anneye sağladığı yararlar


Emzirmenin Anneye Sağladığı 5 Yarar
Emzirme tek başına bebeğin değil,  annenin de yararına. Çeşitli hastalıkların riskini düşürmekten doğum sonrası iyileşme sürecini hızlandırmaya kadar anneye sağladığı birçok yarar var.
Acıbadem Fulya Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Hüsnü Görgen, annelerin emzirerek hem doğum sonrası kısa dönemde hem de ileriki yıllarda kendi sağlıklarına olumlu katkılar yapabileceklerini belirtti.
Anne sütü bebek için en önemli yaşam kaynağıdır. Bebek, anne sütü sayesinde beslenir ve bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Ancak bebeğin desteğe en fazla ihtiyacı olduğu bu aylar, anne için de çok önemlidir. Çünkü bu dönemde onun da vücudunda pek çok değişiklik yaşanır. Büyüyen göğüsleri, artan kiloları ya da değişen psikolojisi anneye zaman zaman zor anlar yaşatır.  Fakat bu dönemi en rahat atlatmanın yolu da yine emzirmekten geçer.

 Acıbadem Fulya Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Hüsnü Görgen,emzirmenin anne sağlığı üzerindeki olumlu etkileri hakkında bilgi verdi. 


1- Emzirmek, Annenin Psikolojik Olarak Rahatlamasını Sağlar  
Yeni doğan bebeklerin sağlıklı gelişmeleri için ilk 6 ay sadece anne sütü önerilir. Emzirmenin doğumdan hemen sonra başlaması ve sık emzirmek süt yapımını kolaylaştırır. Annenin bebeği emzirmesi ile anne bebek arasındaki ilişki güçlenir.  Ayrıca annenin bebeği benimsemesi, bebeğin sağlıklı bir kişilik kazanması kolaylaşır.


2- Emzirmek, Meme, Yumurtalık Kanseri ve Osteoporoz riskini düşürür
Emzirmek, kadının meme kanserine yakalanma riskini büyük ölçüde düşürür. Emzirme sürecindeki düşük östrojen seviyesi ve meme hücrelerinde süt üretimi sırasında meydana gelen bir takım moleküler değişiklikler, bu hücreleri kanser gelişimine karşı daha dirençli hale getirir. Ayrıca emzirmek, yumurtalık kanseri oluşumunu da büyük ölçüde engeller. Yapılan araştırmalar 30 yaşından önce önce doğum yapan ve bir yıl ya da daha fazla süreyle bebeğini emziren kadınların yumurtalık kanserine yakalanma riskinde belirgin bir azalma olduğunu ortaya koymuştur. Kanser oluşumunu önlemesinin yanı sıra emziren annelerde osteoporoz (kemik erimesi) görülme sıklığı çok daha azdır.


3- Emzirmek, Doğum Sonrasındaki İyileşme Sürecini Hızlandırır
Emzirmenin en belirgin faydalarından bir diğeri de rahim kasılmalarını düzenlemesidir. Emzirmeyle birlikte vücut oksitosin hormonu salgılar. Oksitosin salgısı kan dolaşımı ile birlikte rahme ulaşarak kasılmaya neden olur. Bu sayede de doğum yapan annenin kanaması azalır. Kasılma sırasında adet sancısına benzer ağrılar hissedilir. Emziren annelerde kanama daha az olduğundan uzun dönemde kansızlığa bağlı halsizlik, çarpıntı ve çabuk yorulma gibi yakınmalar daha az görülür.


4- Anne,  Emzirerek Gebelikte Aldığı Kiloları Yakar 
Emziren annelerin salgıladığı sütteki enerjinin büyük bir kısmı yediklerinden karşılanır. Sağlıklı bir anne, günde ortalama 700-800 ml süt salgılar. Bunun için günlük kalori ihtiyacına ek olarak ortalama 750 kalori almaları gerekir. Bu miktarın 500 kalorisi annenin yediklerinden karşılanırken, 250 kalorisi gebelikte depolanan yağlardan karşılanır. Bu da emziren annelerin gebelik sırasında aldıkları fazla kiloların kaybına yol açar.


5- Düzenli Emziren Bir Kadın Hamilelikten 10 Hafta Korunur 
Doğumdan sonra ilk cinsel ilişki annenin fiziksel ve psikolojik durumuna bağlıdır. Genellikle doğumdan 6 hafta sonra cinsel ilişkide bulunulabilir. Cinsel ilişki ile birlikte çiftlerde hamile kalma korkusu da başlar. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde emzirmenin gebelikten korunmada önemi büyüktür. Ancak bu etki, annenin beslenme durumuna, emzirme sıklığına ve bebeğe ek besin verilmesi gibi etkenlere bağlıdır. Doğumdan 6 aydan sonra veya annenin adet görmesi gibi durumlarda gebelik şansı artar. Tam korunma sürekli emziren kadınlarda 10 hafta için geçerlidir. Hiç emzirmeyen veya aralıklı emziren kadınlar ise doğum sonrası 3. haftada korunma yöntemlerini uygulamaya başlamalıdırlar.

Reflü ameliyatı artık daha kolay : Tek kesi ile robotik cerrahi



KadıköyŞifa Sağlık Grubu Genel Cerrahi Uzmanı
Op. Dr. Levent Eminoğlu dünyada ilk kez tek kesiden
robotik reflü ameliyatı yaptı!


KadıköyŞifa Sağlık Grubu Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Levent Eminoğlu, Robotik Cerrahi ile dünyanın ilk tek kesiden (Single Port) yapılan reflü ameliyatını gerçekleştirerek Dünya Tıp Literatürü'ne adını yazdırdı!

Dünyanın ilk Robotik Cerrahi uygulanarak tek kesiden (single portreflü ameliyatını yapanKadıköyŞifa Sağlık Grubu Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Levent Eminoğlu ameliyat ile ilgili sorulara yanıt verdi!

Robotik Cerrahi ile ilk Single Port Ameliyatın detaylarını açıklayabilir misiniz?

Robotik Cerrahi yöntemi ile göbek deliğinin içinden tek bir kesi yapılarak karın boşluğuna girilir. da Vinci SI Robota özgü silikon PORT yerleştirilir. Port'un yüzeyinde çoklu girişe olanak sağlayan çok delikli bir yüzey bulunuyor. Operasyon için gerekli aletler bu PORT sayesinde içeriye sokuluyor. Önce karaciğer içeride askıya alınıyor. Bunun nedeni çalışma alanını kapayan bir yerde olmasıdır. Çalışılacak yer yani diyaframın fıtık olan bölgesi hazırlanıyor. Yemek borusu askıya alınıyor.Diaframdaki fıtık dikilip onarılıyor. Midenin fundus denen kısmı sarılarak kapak mekanizması oluşturuluyor ve gerekli denetimleri yaptıktan sonra aynı portdan dışarı çıkılıyor.

Robotik Cerrahi ile Single Port'un hastaya faydası nedir?

Hastalarımız olası olduğunca az acı çekerek ve en küçük kesi ile ameliyat olmayı yeğliyor. Bununla birlikte en kısa sürede yeniden gündelik hayatlarına dönme isteğindeler. Robotik Cerrahi bunu olası kılıyor. Tek giriş deliği ile yapılan girişimlerde kesi göbek deliğinden yapıldığından iz kalması söz konusu değil.Çok az ağrı oluşuyor ve hastaların büyük bir çoğunluğu ameliyatın ertesi günü sabah gündelik hayatlarına geri dönebiliyor.

Robotik Cerrahi ile Single Port'un diğer yöntemlerden farkı nedir?

Robotik Cerrahi ile Single Port'u diğer tek girişten yapılan cerrahi girişimlerinden ayıran en önemli fark, diğer girişimlerde ameliyat sırasında aynı delikten çalışmanın teknik özellikleri nedeniyle sıklıkla sağ elinizi sol el olarak, sol elinizi sağ el olarak kullanıyor olmanız. Robotik Single Portteknolojisi sayesinde sağ el sağ el olarak, sol el sol el olarak kullanılabiliyor. Bu durum cerraha daha hızlı ve güvenli çalışma olanağı sağlıyor.

Robotik Cerrahi eğitimi olan her hekim Single Port ameliyatı yapabiliyor mu?

Single Port girişimi yapabilmeniz için özel eğitim almanız gerekli. Ancak sertifikalı cerrahlar Robotik Cerrahi ile Single Port girişimi yapabiliyor. Türkiye'de sadece iki hastanede Single Portgirişimi yapabilen robot ve eğitimli cerrah bulunuyor.

Neden dünyadaki ilk Robotik Cerrahi ile Single Port girişimi siz gerçekleştirebildiniz?

Reflü cerrahisine odaklanmış olmak ve bu konudaki laparoskopik cerrahi deneyimimizin bu konuda belirleyici olduğunu düşünüyorum.Biz yaklaşık 1600 olguluk bir laparoskopik deneyim sonrası başladık robotik cerrahiye.Laparoskopik tek giriş cerrahisinde de yeterli deneyimimiz oluştuktan sonra yurt dışında 2 merkezde robotik tek giriş cerrahisi eğitimi aldık ve BelçikadaDr.Alper Çalış ile birlikte domuz üzerinde de dünyadaki ilk robotik tek girişten reflü ameliyatını da biz yapmıştık.

Dünyadaki ilk ameliyat olduğunu nereden biliyorsunuz?

Dünyada kullanılan tüm Robotik Cerrahi cihazlarının kendilerine ait bir IP numarası bulunuyor. Bununla birlikte sertifikalı tüm cerrahların kendilerine ait bir kimlik numaraları var. Her robot günlük olarak yapılan ameliyatları kaydediyor ve merkeze aktarıyor. Böylece her gün dünyada hangi cerrahın, hangi ameliyatı yaptığı tespit edilebiliyor. Gerçekleştirmiş olduğum Robotik Cerrahi ileSingle Port reflü ameliyatının, yapılan kayıtlara göre dünyadaki ilk girişim olduğu bu şekilde onaylandı. Ayrıca EAES (Avrupa Endoskopik Cerrahi Derneği) tarafından İtalya, Torino'dagerçekleştirilen kongrede dünyadaki ilk 'Robotik Cerrahi ile tek kesiden reflü ameliyatı' yaptığım tıp camiasına açıklandı.

Türkiye'de ilk kez da Vinci Robotik Cerrahi
ile tek girişten safra kesesi alındı!


TÜRKİYE'DE ROBOTİK SİSTEM İLE
TEK GİRİŞTEN İLK CERRAHİ OPERASYON


KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi'nde 04. Haziran 2011, Cumartesi günü saat 09.30'daTürkiye'nin ilk da Vinci Robotik Cerrahi ile tek delikten safra kesesi ameliyatı gerçekleştirildi. Dünyada da Vinci Robotik Cerrahi ile tek girişten safra kesesi ameliyatı gerçekleştiren 5. merkezAtaşehir Hastanesi oldu. KadıköyŞifa Sağlık Grubu Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. LeventEminoğlu tarafından gerçekleştirilen da Vinci Robotik Cerrahi ile tek girişten safra kesesi ameliyatı ise Türkiye'de bu alanda yapılan ilk ameliyat oldu.

KadıköyŞifa Sağlık Grubu Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Levent Eminoğlu'na hazımsızlık ve karın ağrısı şikayetleri ile başvuran 23 yaşındaki İrem Anık'a kolesistolitiasis (safra kesesi taşı) vekolesistitis (safra kesesi iltihabı) teşhisi konuldu. Hastaya gerekli tetkikler yapıldıktan sonra da Vinci Robotik Cerrahi ile tek girişten safra kesesinin alınmasına karar verildi. KadıköyŞifa Sağlık Grubu Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Levent Eminoğlu'nun gerçekleştirdiği ameliyatta göbek deliğinden tek giriş yapılarak safra kesesi çıkarıldı. Ameliyatın ardından kısa bir süre içinde toparlanan İrem Anık, 1 gece hastanede kaldıktan sonra birkaç gün içinde normal hayatına geri dönebilecek.

KadıköyŞifa Sağlık Grubu Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Levent Eminoğlu, da Vinci Robotik Cerrahi'nin hangi alanlarda, neden tercih edildiğini şöyle açıkladı: "Her ne kadar Genel Cerrahi, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Üroloji alanlarında pek çok girişim laparoskopik olarak yapılıyor olsa da laparoskopinin bazı teknik özellikleri kısıtlamaları beraberinde getirmektedir. Çıkış noktası bu teknik kısıtlamaları ortadan kaldırmak olan da Vinci robotik cerrahi teknolojisi, cerraha klasiklaparoskopik cerrahide olmayan 3 boyutlu ve tam yüksek çözünürlükte görüntü altında ameliyat yapma olanağı sağlamaktadır. Gereğinde bu görüntü 10 kat büyütülerek ameliyat bölgesi çok yakın ve ayrıntılı olarak görüntülenmekte ve cerrahi işlemin bu şekilde yürütülmesine olanak vermektedir. Ataşehir Hastanesi'nde kullanılan da Vinci robotik sistemin en gelişmiş modeli olan Sİ modelinin geliştirilmiş arayüzü sayesinde cerrahın konsolda yaptığı el hareketleri mükemmel şekilde minik cerrahi aletlere yansımakta, titreme ve uzun ameliyatlarda oluşan yorgunluk etkisi tamamen ortadan kaldırılmaktadır. EndoWrist adı verilen teknoloji sayesinde minik robotik aletler insan bileğinden daha fazla açıda ve yönde hareket edebilmekte ve bu özellik sayesinde özellikle bedenimizin küçük ve dar bölgelerinde çok daha rahat ve kusursuz işlem yapabilmektedir.

Robotik Cerrahide olası kazanımlar; ameliyat sonrası ağrının daha az olması, ameliyat sırasında özellikle kanser cerrahisinde kan kaybının azalması, yine kanser cerrahisinde sinir koruyucu tekniğin daha kusursuz uygulanması, hastanın ameliyat sonrası normal hayatına daha hızlı bir şekilde dönmesinin sağlanmasıdır. Dr. Levent Eminoğlu ve ekibi tarafından robotik teknoloji ile göbekten tek bir giriş noktasından reflü operasyonları, zayıflama ameliyatları, safra kesesi çıkarılması ameliyatları yapılmaktadır. Bununla birlikte Kadın Doğum alanında da Myomektomi,Histerektomi (rahmin alınması operasyonu), yumurtalık ameliyatları gibi pek çok cerrahi müdahalenin göbek deliğinden tek giriş ile yapılabilmesi çok büyük avantajlar getirmektedir. Bu uygulama, hem ameliyat sonrası ağrıyı ve hareket kısıtlılığını çok azaltmakta hem de özellikle hastalarda doğal bir iz olan göbek deliğinin kullanılması ile ameliyat izinin tamamen yok olmasını sağlamaktadır."